22 Mart 2013 Cuma

estepeta!

gündüzün şerri gecenin hayrından iyidir ile nothing good ever happens after 2 am de var ama...

ama gece temize çekmektir. gölgesiz karanlıktır. pürdür pak değilse de. sanılanın aksine gece her şey çok nettir. çok güzeldir. parlaktır hem de. 

gündüz sarı, sarı bulanık, gündüz karışık, gündüz güç, gündüz ömür. gece an! 

gece siyah. gece yüksek sesli. gece açık. gece tek parçadır. deliksiz. -neredeyse dehliz diyecektim-. 

gece her şey görünür, görülür duyulur.

gece durmaktır. estepeta!

24 Aralık 2012 Pazartesi

bıçak


bir kadın gördüm bugün. tüm bedeni yatay bıçak plakalarından, saçları bile.

"her yanım bıçak, kimseyi yaşatmıyor, öldürmüyor beni." dedi. 

gözleri bana benziyordu.

16 Ekim 2012 Salı

böyleymişim.


hikaye anlatmayı severim. dürüstüm. belki hiç yalan söylemem. çok severim. çok severim. çok sabırsızım. hemen olsun, hemen ölsün isterim. çok güzel gülerim. kafam çok çalışır. bazen yavaş çalışır. bazen insanları sıkarım. her şey benim istediğim gibi olsun isterim. çünkü öylesi doğrudur. ben doğru olduğu için isterim. benim istediğim gibi olmayınca can sıkarım. huysuzluk yaparım. yapmamış gibi davranırım. o an huysuzluk yapmıyormuşum gibi gelir. sonra böyle söylerim. affetmem. affedilmem. ömrüm boğazıma dolanır. unutmam. unutulmam. unutturmam. rahatsız ederim. rahatsız edilirim. yalnız kalınca ağlarım. üst üste iki gün kalabalıkta kalsam sıkılırım. sıkılınca sıkıntı çıkarırım. giderim. ikna ederim. kendimi çok zor ederim. o yüzden başkalarını kolay. canım başka bir şey yapmak istemiyorsa uyum sağlarım. sıkılmam. çok sıkılırım. susarım. uzun susarım. çok konuşurum. çenem düşer. bazı şeyleri hiç anlamam. mesela kendini öven uzun konuşmaları anlarım. biri dinlemezken konuşmaları anlamam. aslında aynı şey. doğum günlerine inanırım. mikro dalgaya inanmam. kettle’a da inanmazdım. artık ona inanıyorum. politikaya inanmam. yaradana inanırım. insanları severim. ben insan sevmem. ülserliyim. sabahlara kadar ağrır. bazen aylarca ağrımaz. bazen aylarca hiç gülmem. kendi kendime konuşurum. bazen aylarca hiç ağlamam. taşları severim. suyu severim. moru severim. ellerimi, gözlerimi de. rüyalarımda habersizce bağlanmak görürüm kabus niyetine. evimi severim. duvarlarını da. kapısını da. habersiz çaldı mı açmam. sürpriz yaparım. saçma bağlantılar kurarım. bunu güzelce anlatamam. vaz geçerim. haber izlemem. dizi izlerim. ama normal izlemem. bir seferde hepsini. roman okur gibi. zaten ben öykü de sevmem. şiir severim. yedi yaşından beri yazarım.  1 yaşından beri söylerim. 1 yaşından beri konuşurum. en sinir olduğum şeyi bulalı 2-3 sene oluyor. gönül rahatlığıyla her yerde söylerim. sorulan soruya senin sorma sebebini kendince yorumlayarak cevap verene çok sinir olurum. sigara içerim. severek. alerjik astımım var. boş bir sigara içerim. kaybolurum. başkası kaybolunca merak ederim. kurar kurar paniklerim. kızarım. çok güzel insan terslerim. bununla övünmem. ayıptır. münasip bilirim. münasibi severim. her zaman münasibiyle davranmam. işime gelmez. aklıma kötülük gelir. çokça gelir. vicdanlıyım diye yapamam. bazen çok güzel fikirdir. yazarım. bi tane daha olsa da o yapsa derim. eskiden gelmezdi. artık büyüdüm. artık büyüdüm. artık büyüdüm. 31 yılım bitiyor haftaya. hayırlı yolculuklar.  

13 Ağustos 2012 Pazartesi

bir geceden sabaha...


geçen cuma gecesi bir karaköy balıkçısındaydık. gece uzadıkça uzadı. herkes gitti. diğer balıkçılarda da kimse kalmadı. bir tek derya’yla ikimiz. masalar sandalyeler kalktı. bir biz.

gorevi dükkani toplayıp kapatmak olan bitirimce bir beyoğlu karakteri geldi yanımıza. önümüzde kapalı fallarımız. fallara sıra gelmeyecek hoş sohbetimiz...

kahve şakalarını yaptı gitti. su istedik. getirdi gitti. gündüzün en gürültülü semtinde çıt yoktu. Karşımızda kandilleri yanan muazzam camiler. ezana az kalmış. tatilde gibiydik. filmde gibiydik. gerçek gibiydi. Kalkamadığımız için özür diledik durduk, kalkamadık.

uzakta bir masada telefonundan şarkı çalmaya başladı ekrem, kendine, bize değil, sıkıldı belli ki ama sofraya nezaket her şeyden üstündü.

...
bir vurgun bu sevda...

sevdalanasımız gelmişken başlamıstı. susuştuk. özledik. birer bardak su içtik, birer sigara daha.

...
günsüz başlar gecem...

bayağı bayağı özlemiştik.
ölümsüz dünyada tövbeliydim, yeminimden dönesim yoktu. o ayrı.zamansız mekandaydık.

ezan da baslayınca
ağir romandaydik.

ezanın en güzel yerindeydik. ekrem geldi ezan da bitince. fal sözüm bakiydi. ne de olsa birer
ağır romandık.

kalktık.


30 Mart 2012 Cuma

yavaaşşş... yavvaaşşş...

bazen hayat sabrı öğretmek için çok uğraşır. ama ne emek, ne sabırla... çok uğraşır.


o emeğe sabra, gün gelir, sabırdan öğrendiğin nihai tavrın, beklerken daha çok sigara içmek olduğunu anlarsın. 


yoksa tez canlılık öngörüsel midir? yani olacakları sezmekten mi gelir bir an önce olsunculuk. (uydurduklarımın altını çiziyor ya kıpkırmızı ve altı çizili yazasım geliyor).


tez canlı insanlar erken ölünce de düşünüyorum ben, duymamazlıktan geliyorum kendimi ama düşünüyorum. demek ondan heyecanla, coşkuyla yaşıyormuş diyorum. 


kaç yıldır erken öleceğimi düşünmediğimi bilmiyorum. ama artık otuzum. daha gerçekleşmemiş bir sürü hayalim var. erken ölümümün fikriyle geçirecek ergen gecelerim yok. iyi ki. 


sabır diyordum. yavaşlamak diyordum.


bugünlerde yine merdivenleri hızlı inip çıkıyorum. yavaşlayayım yine. sevmiştim yavaşkenki bakışlarımı. o da benimdi. bugün tuvalette gözlerime baktım. yine güzellerdi. yine usullardı. ama içimde bir an önce diyen... işte o var. ona ne diyeceğiz bilmiyorum. 


uzatamayacağım. 


zaman güzel geçsin. günler güzel olsunlar. çabuk gelsinler. sakin gelsinler tamam. geleceklerini söyleseler. beklerim. o değil sabırsızlığım. bilmek. galiba. 


hayırlısı olsun.

15 Şubat 2012 Çarşamba

.sükûn.

ben bana kalırsa çok güzel konu kapatıyorum. bugün hep bana konuş diyen ama konuşturmayan insanların günü. ben de duymak isteyebilecekleri içinden az cevap vereceği ya da çabuk ikna olacağını seçip onu söyleyip susuyorum.


konuşkan bir insan olmak demek beni anlamak demek değildir. beni anlamak demek düşüncelerimi anlamak demektir. böyle bir serinliğim var bazı günler. 


en çok kalabalık sofraları seviyorum. sıranın bana gelmediğini kimsenin anlamamasını sağlamak çok kolay oluyor. mesela her şeye değil ama mutlaka bir şeylere yorum yaparsan ara ara da susarsan, dürüstçe korursan bazılarının ruh hallerini, hassasiyetlerini, dürüstçe desteklersen yine ara ara, bir kısmı ketumluk ettiğini fark etmiyor, edenler de seni koruyor, destekliyor. 


böylece insan yıllarını hadi abartmayayım, aylarını kimseyle o an hissettiklerini, içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi paylaşmadan geçirebiliyor. 


sükûnet ve huzurla.



17 Ocak 2012 Salı

sayıklama

haksızlık etme eğilimindeyim bugünlerde. tabi ki bana yaparken haksızlık ediyormuşum gibi gelmiyor. ama işte ey vicdan! vicdan yok mu?! o diyor ki, daha doğrusu soruyor "haksızlık olabilir mi yaptığın?"


yargısızlığıyla, sorgulayıcığıyla pasif agresife çalan haliyle yorucu bu vicdan denen şey çoğunlukla.


bir sürü film tüketip sakinleşmeli, ama yollara düşmeliyim. 


ayaklarınızın artık karıncalanır mı hiç?

2 Ocak 2012 Pazartesi

kendimi gülümserken buluyorum. gülüşüm yüzümde kalmış. 
-ne güzel dediğinizden değil-
mesela izlediğim programdaki bir ana gülüyorum. an geçiyor. gülüş kalmış. 


öyle gereksiz. kuru. fazla. yersiz. soğumuş. 


fotoğraf çektirmek için "şöyle çekilelim" deyip fotoğrafı çekecek arkadaş denkleşip de çekene kadar asılır ya gülüş. geçer hani. bilemedin 3-5 saniye sürer sıcaklığı. 


onun gibi kalıyor. 


hayırlısı. 


allah başta sandığınızdan da nasip etsin.

22 Aralık 2011 Perşembe

"evladır" demek istedim tüm gün olmadı. bi ara "yeğdir" dedim o da çok eğreti kaldı. demek iyi bir tespit ya da tercih yapasım var... hayırlısı.

11 Kasım 2011 Cuma

filiz'e

gözleri gözlerimdir. gözlerim gözleridir. -ydi.
bakarken tedirgin olurdu, tedirgin ederim diye... 


oofff... ne suluydu gözlerin filiz. ne derin, ne aşağıda... içeride... iç içti, çok ti... sonra sen de çok içtin. sonra hiçbir şey yetmez oldu. devam ettin. yapacağın bir şey yoktu. 


öyle saçma yerlerde seni hep andım ki. 


bu şarkı mesela bana seni andırır. poi yapmıştın bu çalıyordu.


belki doğumgünündür bu yakınlarda. bilemedim.


neyse...


nur içinde yat


http://fizy.com/#s/1d7fov

10 Ekim 2011 Pazartesi

soluksuzlanma

toprak gibi, su gibi, yorgan gibi. 
nasıl nefes aldığımı, nasıl nefes alındığını
unutarak
ve bilmeden.
örtünmek.


içinden nefes almak.
içinden doğru soluklamak. 
göğsünden içeri.
sırtından dışarı. 
en az sırtından içeri, göğsünden dışarı olduğu kadar.

30 Eylül 2011 Cuma

allah'tan niyazım:

"love came here and never left" demek istiyorum. amin. 


tıklayalım, dua niyetine: lhasa de sela - love came here

28 Eylül 2011 Çarşamba

bazen

bazen, en yakın arkadaşının gözlerinden ağlar insan. 
bazen o senin gözlerinden ağlar.


"seni ağlarken dayanamam ben de ağlarım" ağlaması değil. her nasılsa hiç bilmeden aynı anda aynı şekilde ağlayabilmektir.


ince incedir... incedendir... inceliktendir. 

9 Eylül 2011 Cuma

söylesem laf değil cümle etmez kelime tutmaz içler işte... iç iç.. iç lafı çok içime dokundu.


içler acısı..
iç acı...
iç dökmek...
içinin dökülmesi...
için için..


içli... 
bir gün gelir.


son bi daha ağlayacaksın geçecek denen belgisiz zaman gelir. teklifsizce, tedariksizce, terbiyesizce, tekinsizce...


son bi daha ağlamaya başlamak için meğer ağlamanın pornoları açılır. ilaçları içilir. 


neye ağlandığı hiç bulunamayacak yerlere kadar ağlanır.


kafadakiler dursun diye yazmaya başlanır... eski alışkanlık ne de olsa. kötü şeyleri yavaş düşündürtsün diye, durdursun diye yazmak...


olmadıkça ağlanır, ağladıkça olacak iş değil hale gelinir. 


sonra yine porno, sonra yine ilaç... 


buyrun biraz porno da buraya:


http://www.youtube.com/watch?v=unnvdzgraqq

http://www.youtube.com/watch?v=ysogtv_xxx4

http://www.youtube.com/watch?v=caon32ubt7i

http://www.youtube.com/watch?v=ecaxrqhuj4c

http://www.youtube.com/watch?v=y8awff7eac4&ob=av2e

http://www.youtube.com/watch?v=a3adfwke9je&ob=av2e

31 Ağustos 2011 Çarşamba

.

içime kilitlenmiş gibiyim. elbette beteri var ama üzerime kapı kilitlenmiş de içimde kalmış haldeyim.

yavaş ve hiçe yakın hareket etmek, etmeye çalışmak sürekli konuşamamak ve hatta yazamamakla en azından bir.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

biz bir gün

biz bir gün aysen'leydik.


başka kimse yoktu. 


kumlar serindi. nemliydi. 


üstümüz inceydi. 


başka hiçbir şey yoktu. 


belki biz bile nefes almıyorduk. öylesi bir sessizlik hayal edin sıkıyorsa. 


sonra istedik ki güzel şarkılar doldursun, içlerinden nefes alalım. 


şarkı tutalım dedik. ergen değildik ya, o ne diyor, bunu bana o söylesin diyecek değildik. 


bizim olsun, bize gelsin, bize desin, ama öylesine dedik. 


sonra.


bakış sesli adam vurdu. işte artık her şey duruyordu. her nasılsa küçücük telefondan çıkan sesi tüm koyu kaplamıştı. yerler, gökler, caretta'lar, soluklar, deniz, yıldız, ne var ne yok hepsi durdu, hepsi duydu, o söyledi.


temmuz, 2010, kabak, aysen&ilkim.

herkesin "ben böyleyim"i kendine

aforizmiyorken yoruyor insanı zaman.


çünkü kısa olurken, net olurken, tüm duyguyu içinde anlatırken sert oluyor. bir avazda vuruyor zira.


aylar şöyle geçmedi mi... anlattıklarımdan ayrı sıkıldık hep birlikte, anlatmadıklarımdan ayrı... "kimse kimsenin kahramanı olamaz"lar mı, "kendini sevmeyen beni hiç sevemezler" mi, "ben seviyorum işte sen de sevsene kendini"ler mi, "ben sevdim ama sana yetmedi demek ki"ler mi... 

işte o yüzden herkesin "ben böyleyim"i kendine.



son tahlilde herkesin öylesi ötekine olsa olsa iç sıkıntısı. 


zamanın geçerliğini anlayalı, ohoo on yıllar oluyor belki. bununla avunmaya değen günler yavaş geçti. geçiyor.

birazcık gerçek iyi niyete, iyi dileğe ihtiyaç duyuyorum (b)öyle günlerde. insan o zaman hayallerini birlikte gerçekleştirdiklerini daha çok özlüyor, istiyor yanında. 



bereket, onlar hayal kardeşliğinin ne olduğunu biliyorlar da acını, sıkkınlığını, sıkıcılığını soruyorlar (b)öyle zamanda. onlar her halimi görmüş, onlarla tahammülü mevzu bahis etmediğimiz hayalin içinden birlikte yürünmüş. allah'tan! 


yazdığımdan kopuyorum bugünlerde. olsun. zaten anca sayıklıyorum. 


bu yazı da hayal kardeşim'e olsun. okur okumaz kim bilir. kafasını karıştırıp yer işgal etmeyeyim ama ona olsun. 

29 Temmuz 2011 Cuma

"al gülüm ver gülüm"

acım, üzüntüm geçtikçe dilim zayıflıyor galiba. o yüzden fazla bulaşmamalı yazmaya belki.


neyse konum bu değil şu an...


insan kendini iyi buldukça hayattan beklentisi artıyor ya... aslında ne saçma şey.


yine biraz matematik olacak ama... şimdi mesela iyi bir insan olurken ya da hayatı elimden geldiğince iyi bir insan olarak yaşarken yaptığımı gözlemlediğim birkaç şey var. kimseye bilinçli kötülük yapmamak, kötülük olabilecek, zarar verebileceklerden sakınmak, bir faydan dokunacaksa karşılık beklememek gibi... 


bunların temelinde borçlandırmamak var aslında. yani kimseye kötülük borcu takmamak ve iyiliğini boğazına kancalamamak gibi..


ama geçenlerde sitem ederken anladım ki, içimden geldiğince iyi bir insan olduğumu düşünürken ya da kötü bir insan olmadığımı düşünürken hayatın bana bir hediye vermesini istiyormuşum. ödül bekliyormuşum..


güya kimseleri borçlandırmazken koskoca hayata "beni mutlu et len!" borcunu takmak da nerede görülmüş?!

27 Temmuz 2011 Çarşamba

sarkazm ve intihar - devamı

kafa kafa değil ki.. demişim ki - bi şarkıdan bahsedip gideceğim. sonra ohoo nerelere girmişim.


halbuki amaç sarkazmiyle öldüren şarkıdan bahsetmekti:


buyrun tıklayarak dinleyin:


morcheeba - trigger hippie

26 Temmuz 2011 Salı

sarkazm ve intihar

bu intihar sözcüğüne korkumu yenmek üzere yazıyorum muhtemelen bunu.


çünkü elim gitti, sildim, gitti, sildim. 


hoş fazla da uzatamayacağım. bir şarkı var onu deyip, kalkacağım...


bir de tabi ve'nin öteki tarafı var...


baş etmesi baya kolay üsluplardan biri sarkazm aslında. olabildiğince gayri ciddi ama duygusundan içliliğinden asla  ödün vermeyen haliyle çekici...


şu an doğal yazamıyorum.


galiba tuttuğum bir şeyler var. 


oysa ki baya baya bana komik gelmiş olan şeyler yapıyorum. eski hikayelerdeki kibarlığımdan eser yok! içip içip mesaj atmak mı dersin, görüp kaçmak sonra ben seni gördüm gelsene'ler mi dersin... 
haksızca, hadsizce şımarıyorum. "aman içimde bir şey kalmasın" demelere doyamadım.    düşüncesizce hırpalıyorum kendimi. artık kimin öcünü kimden alıyorum belli değil. zaten yorum hep bir "kendine yapıyorsun, yapma". "ne yapayım, içimden geliyor" diyesim geliyor. 


bu kendini yok etmeye meyleden halimle dalgamı geçerken başlığı ne koyabilirdim ki...


(charles dickens, roger waters ve house için.)

.

bir yeminim var. 
kimseyi rahatsız etmeyeceğim.
kendimi de rahatsız etmeyeceğim.
ayıp...

nasılsa herkes hayatına devam ediyor. herkesde ben de varım, söylendiği kadar acıklı değil bu söz.
ve açıkça söylediğim yazdığım her şey doğru, hiçbirini abartmıyorum. abartmadım.

bunları da düşünmeyeceğim.

elimden geldiğince.

kıskanmayacağım.

üzülmeyeceğim.

böyle zamanda yalnız olmamak öyle kıymetli oluyor ki...

en tatlı arkadaşların şefkatli, boğmayan, gerçek, içten, dupduru varlığından umutlanıyor insan.

o güzel tatlılar tatlısı arkadaşlarıma sevinerek bitiriyorum yeminimi.

"gel arkadaşım"


18 Temmuz 2011 Pazartesi

!!!

öfke çok güzel duygu, bakma!
böyle kalbin, ciğerlerin filan hepsi doruğa çıkıyor! 
nerden baksan hızlı!
nerden baksan alev!
damarlarında dolaşan ne kadar kan varsa kabarıyor, kabarıyor... kuduruyor!


offf krimsınların kırmızı ooff! 
ah nasıl öfke nasıl! nasıl güzel! nasıl hayata bağlıyor insanı!


geçer gibi oluyor, hıncını alır gibi haller geliyor gözünün önüne. 
inceliyor.
nerde kaldı yırtılan koca koca dalgalar?!
şefkatin geldiği yerden öfke çıkar geri geri. belki sonra şefkat karşılık bekleyenindense kapıları kırarak, tekmeleyerek geri girer. işte onu oradan merhamet bile çıkarır mı, bilmem.


off!


geçmesin, geçmesin! 


alışmışım geçirmeye çalışmaya. kaçıyor şimdi tutmaya uğraşıyorum!


geçmesin! herkes yerlerine!! geçince daha kötü unutmuyorum o zaman. 


ojelerim gibi kırmızı içim.



11 Temmuz 2011 Pazartesi

"kimse kimsenin kahramanı olamaz!"

insan mesela bazı yasları, acıları atlattı sanıyor. 


ama bazısı öyle büyük oluyor ki... öyle çaresizce ve gerçek acımış oluyor ki...


başka bir atlatamama, kurcalamayı konuşuyorsun, dahası dinliyorsun. içinde gezen, seni de kendi içinde gezdiren arkadaşın, karşısında gördüğü yas halini anlamaya çalışırken anlatıyor. 


birden tanrı diline doluyor. 


out of nowhere diyorlar ya, ordan işte, umulmadık, i didn't see that comin' yokluğundan bir laf ediveriyor... (bunların türkçe'leri aynı anlama gelmediği için üzgünüm)


"o arkadaşına üzülmeyi bırakman gerekiyor belki..." diyor. aklına bu acım nereden geliyor, içinde bulunduğumuz zamanın neresi ona bunu anımsatıyor, kim bilir. dedim ya işte, tanrı diline doluyor.


hiç ummadığım bir anda, tamamen başka şey konuşuyorum sanırken, 12 sene sonra bambaşka bir hikayenin içindeyken, belki hiç alakası yok sanırken, belki aklına hiç getirmiyorsun sanırken, birden bire o nerden kurtulup da yularından boşaldığı belli olmayan yaşlar geliyor. offf diyerek. o üzüntümle, o acıyla, öfkemle... yaşlar, yaşlaaaar, yaş-lar, meğer hiçbir şey geçmemiş... geçmez. 


yaa işte diye anlıyorum, "kimse kimsenin kahramanı olamaz" temrinlerimin öğrenmeye çalışmayla bir işi varmış. 


kaderin kader değil şok olduğu zamandan kalma bir acı, kahraman olunamayacağını bile bile kendimi ısrar ve inatla kopartmadığım, ama itilip kakıldığım yeni durum... 


yeni değil aslında. 


bu sefer bilmeliyim diyen içindeki post-ergen, bu sefer faydam olmalı diyen hadsiz, bu sefer gitse de gitmem diyen gurursuz, bu sefer yeteceğim, yetişeceğim diyen şuursuz ve inatçı kibir. halbuki ben öğrenmedim mi bütün diğer acılarla birlikte kadere inanmayı, değiştiremeyeceğin bokla güreşmemeyi? öğrendim. o zaman buradan devam edelim, öyle değil mi, oradan değil. oradan devam etmeye kalkıyorum ya, o zaman işte "hayat devam ediyor"a da kızıyorum, anlamaya öğrenmeye de çalışıyorum, iyileştireceğime de inanıyorum... 


halbuki bilmek ne güzel şey. biliyorum ki ben "kimse kimsenin kahramanı olamaz". biliyorum ki, herkes vadesi dolunca gider hayattan, hayatından.


konuşmayı da yazmayı da bundan seviyorum. şüphesiz ki düşünmekten daha gerçek. daha yol, daha gidiş, düşünmekse, yani benim düşünme şeklimse sarmaldan hatta sonsuz sarmallardan ibaret.


işte o yüzden belki içimde gezenle, içinde gezdiğimle konuşmak ağlatsam da saçma anıları anlatırken güzel... yaşam çooook uzun, hiç kimseyi kurtarmaya yetemeyecek kadar uzun.


dualarımla...



6 Temmuz 2011 Çarşamba

hep birlikte dinleyelim dinlemesine de...

içinde "you" geçmesin istiyorum.
basbas bağırmasın istiyorum. usul usul söylesin ama güçlü olsun istiyorum.
ama bu içinde "güç" geçmeden olsun istiyorum.(mesela bir strong enough değil)
bir başkasından bahsetmeden, birine bi şey anlatmaya çalışmadan olsun istiyorum.
melankolik olmadan usul olsun.
nouvelle vague'un güzel şarkılarının içinde arıyorum... ama onlar hep "you"ya. 
kimseyi anmadan tatlı bir dirayet var içimde ona eşlik edecek şarkıyı bulamıyorum. 
çok olmadı... iki gün belki.
ama zor şey arıyorum, doğruya doğru.
zerafet arıyorum nihayetinde...


her neyse, ben yine gayet güzel anlattım bence, o şarkının şimdi beni bulması gerekiyor.

28 Haziran 2011 Salı

egom, zırhı ve devam etmek

bazen, bazı zamanlar olur, savunma mekanizmalarının gelmesi beklenir. zihin nerden baksak oyuncu bir şeydir. bir de elinde kapı gibi rüyalar var tabi, ustalaştıkça ustalaştığı.

zihin uzun zaman egoyu avcunun içine alııırr, severken severken döveerr, tam sadeleşmişken iki tokat atar, yine ağlatıııırr...

“hadi gelsin artık savunma mekanizmaları ama, hala üzülüyorum” derken bir anda yaşanmış olan yüzüstülükler, hayal kırıklıkları gelmeye başlar. “oh” denir, oyuncu zihin tokat safhasını geçmiştir. sonunda egoyla itiş kakışın olmadığı hafiflemelerin başladığı yere gelinmiştir. içindeki o “ulan ya yine tokatlarsa” korkusu da birkaç ana geçer. ne de olsa savunma mekanizması denilen bu uzun ve mekanik kelimeli zırh o tokatlardan da korumak için gelmiştir...

şimdiki eşik, savunma mekanizmalarını yenmeye çabalama eşiğidir, eh o eşiğe uyulup da aşılırsa, başa dönülür allah muhafaza.

zırhı iki yüzlü bulmanınsa kimseye faydası olmamıştır. ne de olsa herkes için hayat devam etmektedir. ve artık bu söz 17 yaşında karşılaştığın o şok sonrası söylendiğindeki gibi acıtmaz içini, başka türlü kırar belki. 

unutmamalıdır ki hayatın devam edişi kendiliğindenliği ile bağlayıcıdır...

22 Haziran 2011 Çarşamba

in a manner of speaking, i just want to say...

önce tıklayalım... hep birlikte dinlerken konuşalım biraz...


in a manner of speaking, i just want to say...


şimdi evet, ironi hatta sarkazm pek pasif agresif tavırlardır ve bizler pasif agresyonu evlerde öğrenmiş, sokaklarda bundan yılmış çocuklar olarak yapmayı ister ve severken kendimize yapılmasını hiç istemeyiz. ideal insanlar olduğumuzu kim söyledi ki? 


fakat'sız geçmeyecek...


fakat...


bazen insan çaresizdir, söyleyecek söz bulamaz. bulur da beğenmez. beğense n'olur, söyleyemez. laf olsun diye işte... 


işte öyle zamanlarda "give me the words" demelere doyulmaz. şarkımızdaki gibi. yani ne güzel söylemiyor mu, ben de senin gibi hiçbir şey söylemeden her şeyi anlatabilseydim...


güzelce susalım. dinleyelim. bilelim ki; insan bazen dinlemek ister, izlemek ister, durmak edilgen olmak ister. görmek, bakmak ister. kokusunu almak ister. olmazsa olmaz. olmazsa olmaz. (cümle tekrarı yapmadım, okumayı bilenlere...)


şarkı bitince söyleyeceklerim de bitti.


hiçbir şey söylemeyerek her şeyi anlatmak istiyorum. 


dün gözlerim çok ağırdı. ağırdı. kapanmıyordu, zonklamıyordu, ağırdı sadece. sonra gülden dokundu gözlerime. iyi geldi. çok iyi geldi. 


sandım ki içimdeki mercimek kadar umut da gitti artık, ondan.


sonra gece bir rüya gördüm. kavuşmak gibiydi. hamak vardı. sarılmak vardı. el vardı. dudak vardı. ayıltıp ayıltıp dövüyor zihnim beni.


allah o rüyaları kahretsin. 



17 Haziran 2011 Cuma

loser playlist

karar verdim. 
madem ki loser edebiyatını da müziğini de seviyorum.
dedim ki bir loser playlist yapayım:


belki sonra sonra bana doğrudan çağrıştırdıklarını filan da yazarım: (üşenenin oğlu kızı olmazmış)


beck - loser


morcheeba - everybody loves a loser


dadafon - slow day


yasemin mori - aslında bir konu var - çok seviyorum ben bu kızı... gerçekten.


yasemin mori - n'olur n'olur n'olur - en neşeli loser şarkı...


lou reed - perfect day - unutacak değilim...


gary jules - mad world - bunu da...


david bowie - we are the dead - o olmazsa olmaz...




... devam edecek ... çünkü bazıları var ki şarkı seçemedim... 


daha seçmeye kıyamadığım muhteşem gruplar var, değil mi?...

paranoid android - fazla açığım.

geçenlerde bir arkadaşım şöyle dedi: "ama sen konuşuyorsun ki hala. devam ediyorsun aslında. böyle bitmez."


doğru söyledi söylemesine de. "ne yapabilirim" dedim, "demek ki söyleyeceklerim bitmemiş".  hem ben konuşmadığım zaman düşünmüyor değilim ki... düşüncelerim sürrealize oluyor konuşmayınca, yazmayınca. böyle hiç olmazsa bir dil bilgisi zeminine oturuyor. bir cümle yapısında kısıtlı kalıyor. bunları anlatınca da "dali tablosu musun sen?!" lafını işittim. neyse...


mesela son birkaç haftadır paranoyaklaşıyorum. belki de paranoyaklaşmıyorum. hm ne dersin? takip ediliyormuşum gibi geliyor. belki de dikkat çekmeye çalıştığım içindir. takip edilmek istemesem, gör istemesem neden buraya yazayım, öyle değil mi? 


baya takıntı haline dönüşmesinden korkuyorum, takip ettiğini düşünmeye başlamadan önce sadece iç döküyordum, baksana bu mesela doğrudan sana... takıntılara dönüşmesin madem, herkes söyleyeceğini yazsın, yazsın mı? söylesin...


sevmeseydim iyiydi demiştim ya (bazen'de), böyle de iyi ya, kendi kendime oldu zaten her şey... giriş, gelişme, sonuç. yoksa senin için hava hoştu. -haksızlık mı ediyorum?- yoksa arada sen de var mıydın paranoid android?






Sculpture manifest au parc de Brocéliande à Bréal sous Montfort – Dept : Ille et Vilaine – Bretagne – France
Please do not operate this picture on websites, blogs or alternative media without
my pithy permission. © All rights reserved.

14 Haziran 2011 Salı

aşk şarkısı!!

neşelenilecek, marşlanılacak, şu an dünyamın çok tatlı şarkısı... ciyciy'e (gg) en tatlı sevgilerimle! :)


sümüksüz, neşeden ünlemli aşk şarkısı!

bandista! - aşk şarkısı!


insanın çok şey yapabilirim'i geliyor! :) (konuyla ilgili entrim için: bakınız )

12 Haziran 2011 Pazar

the end.

değil mi ki (kendimi kurtaramıyorum bu kutsal kitap ağzından bu sıra, bugün de birkaç kere -öyle olmaz günah- buyurdum zaten neyse...)


değil mi ki basit güzeldir.


basitçe, güzelce söylemişler yine, "sonunda aldığın sevgi verdiğine eşittir" demişler bir nevi.


burada düşülebilecek en muhteşem tuzak "ben daha çok sevdim" demektir. herkes kendi gönlünün hacmince seviyor, öyle değil mi... 
herkesin yüreği aynı genişlikte mi, yoo. herkesin affedersin kafası aynı büyüklükte mi, değil. öyle düşünelim. 
güzel akıllar için sevme kapasitesi de kullanılabilir. gönül hacminden daha ikna edici mi geliyor kulağa bilemem. herkes ikna olacağı halini okuyabilir. 


(çok bile uzattım)


sen kendi gönlünün yarısı kadar verirsen anca o sevdiğinin de gönlünün yarısı kadar sevgi görürsün. 


o sevdiğin de kalbine sıkıntılar doldurup seveceği yerlerini kıstırmışsa, sen ne yapacaksın? (retorikus)


***the end***.

9 Haziran 2011 Perşembe

...

bu will you remember? o kadar pis bir şarkı ki... kahrolsun! 


insanın içini parçalayacağı günü bilip de geliyor.

7 Haziran 2011 Salı

loser edebiyatı.

çok severim ben loser edebiyatını.
it's not you baby it's me'yi
ıssız adam'ı filan.
gerçekten.


zaten kendimde de en çok sahiplendiğim duygularımdır üzüntü acı filan.


o yüzden ben ve benim gibilerden şu iki güzel şarkıyı peşpeşe dinlemelerini rica ediyorum...




1 Haziran 2011 Çarşamba

yazın biri... yazın 1'i...

ne faydadayım...


hani vicdan'ı tanımlamıştım:
"kalbin altında biraz da arkasına doğru bir yerdedir, orada ince ince sızlar bazen" diye...


işte şimdi o civarlarda bir yerde mercimek kadar bir umut var.


o umut kahrolsun -kutsal kitap ağzıyla olsun istedim-


geçer diyollaa... geçer de. biliyorum da. işte o umut kahrolsun.


içimde geçer deyince bile sızlayan sanki ihanet edermişim gibi umut.


öyle seviyorum ki üzüntüme sahip çıkmayı!


ben de kahrolmayayım!


morpheus olsa "welcome to the desert of reality" dese.
öbürü gelse "see you on the dark side of the moon" dese.


içim gibi rengarenk, içim gibi göz göz...



29 Mayıs 2011 Pazar

"let's get it on."

üç günlerce izlenemeyen bir film...


ne sıkıcılığından ne bi' şey.


kafa kafa değil ki film ne yapsın?!


let's get it on.



bazen

bazen özlemek ince ince artıyor.
kim bilir kaç kere söyledim.
ama ben özledim seni dedim.
hiç kırmadı.
öyle deyince hep geldi.
gelebildikçe.
söz dinler gibiydi bazen.


bazen.


özlemek ince ince artarken içimi kavuruyor.
hem nasıl...
böyle zamanda insan kimsesiz kalıyor.
kime bi şey desen cevap gelmiyor.
herkesin yapacak bi şeyleri oluyor. 
sonralıklandırılmış oluyorum.


o zaman o özlem çok daha zorluyor. zorluyor.


açıklıktan başkasını bilmiyorum ki. 
açık açık 
ben bazen çok özlüyorum seni diyecek oluyorum.
yapmamak gerektiğine dair bilincim o kadar net ki..
oyalatıyorum kendimi adeta adam tutup oyalatıyorum.
gerekmek filan neyse artık! kızdım! sevmeseydim iyiydi.