16 Haziran 2007 Cumartesi

Hüzün mesela...Acı...

Hüzün nerededir? Kalpte, göğüste filan değil. Oradaki acı. Acı...Acı. Kocaman fanus içinde güçlü kuvvetli bir alevdir. Koskocaman bir alev. Yakıp, kül edip öldürmesin diye ve hem de tüm ısıyı dışarıya verebilen ama öyle pek kolay da kırılmayan bir cam fanus içinde...İnsanın göğüs kafesinin ortasında koskocaman, ciğerlerine de kalbine de soluğuna da yediğine de değecek büyüklüktedir. Ah işte öyle düşününce filan hissedilmez...Acı, acıyınca hissedilir. Canım acıdı deyince değil. “Acıdım be, ben acıdım” diye kısılmış bir sesle bağıramadan isyan edince hissedilir. İşte acı öyle heybetlidir. Fanustadır. Özenle korur kendini. Ondandır ki, hiçbir gözpınarı değemez söndürmeye. İnsanın kafası karışır bazen. “Belki” der, “gözümden değil de içime akıtsam...belki o zaman söner”. Ah işte, o içe akıtılan da çeliğe verilen sudur. Aleve toplar, tüfekler, bombalar, barutlar, a-teş-ler yapar. Besler özenle korunan alevi. Hüznü bilemedim...Hüzün başın bir yerlerinde ama...Elmacık kemiklerinin üzerinde mi desem, alında mı desem, gönül çukurunun üzerine oturması da vakidir. Ama o biraz çaresizlikten yer bulamaz orada. Çaresizlik, gönül çukurunda oturur. Yutkun, yutkun, yut-kun git-mez. Git-mez...Ya-pa-maz-sın...Ya-pa-ma-mak-tır o.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

anatomik heyula...
acıyı fanusa tıkmışlar ah kalbim demiş...
sen o kesiklerin hesabını verebilecek misin hüzünbaz?

İlkim dedi ki...

burdan öfkeye bile bağlanır benim anatomik heyulam...kes! dedikten sonra, kesilir ister istemez, istemezse istemesin...